5 Ağustos 2018 Pazar

AVUKAT

Avukatlık ülkemizde en yanlış bilinen ve en yanlış anlaşılan mesleklerden biri...
O kadar ki kimi avukatlar bile kendi mesleğinin mahiyetine akıl erdirmekte acze düşüyor. Vaktiyle evine kiracı olduğum bir avukat benden bahsederken şöyle söylüyordu: “O avukat olamaz, çünkü avukatlık çenebazlık demektir, avukatlık yalan söylemek demektir.”

Hayretler içinde kaldım.

Geçtiğimiz günlerde medyada bir haber yayınlandı. Bir hanım avukatın: “Kadına şiddet davasının sanığını savunamam” diyerek görevinden ayrıldığı: “Tecavüz davasında sanığın kadın avukatı dayanamadı...” yorumuyla duyuruluyordu.
Bir internet sitesindeki şu yoruma bakınız (virgülüne dokunmadan): “avukat savunan bir şahıstır. suçluyu da savunur suçsuzu da... suçlu olup olmadığını bilmediği bir insanı bile savunabilir. maaşlı çalışıyordur, çalıştığı şirket hileyle düzenbazlıkla uğraşıyordur, onu bile savunur. bu bağlamda avukat insani duygularını ortadan kaldırabilen tam bir görev insanıdır. en acayip mesleklerden biridir avukatlık ve avukat asla güvenilmemesi gereken bir insandır nazarımda. (cyrano rumuzuyla yazan biri, Ekşi Sözlük).

Oysa Avukatlık Kanunu’nda bu meslek şöyle tanımlanıyor: “Madde 1 - Avukatlık, kamu hizmeti ve serbest bir meslektir.” Ve devamında: “Avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder”.

Ve avukatlığın amacı... Bu amaç aynı yasada şöyle dermeyan ediliyor: “Madde 2 - Avukatlığın amacı; hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını, her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır. / Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder.”

Olay gayet vazıh: avukatlık bir kamu hizmetidir, biiir. Yargının kurucu unsurlarından biridir, ikiii. Öteki unsurlar: iddia (yani savcılık makamı) ve hüküm (yani yargıçlık) unsurları... Avukatlık yargının savunma unsurudur...

Avukat adaletin ve hakkaniyetin uygun olarak çözümlenmesine yardımcı olur.
Burada en önemli husus şudur: avukat adaletin tecellisini sağlamakla görevlidir. O, suçu savunmuyor. Suçun konusu her ne olursa olsun, o, suç işleyen kişiyi savunuyor. Çünkü onun da savunulmaya ve adaletin tecellisine ihtiyacı var... Kişinin savunulması, onun işlediği suçu savunma anlamını tazammun etmez.

“Kadına şiddet davasının sanığını savunamam” diyen avukatın yanıldığı nokta tam da buradadır. Avukat şiddet olayını savunmayacak, bu olayın failini savunacak ve adalet nezdinde hakkaniyetin tecellisine yardımcı olacak.

Son zamanlar bazı avukatların bazı davaları üstlenmekten kaçındığını, bazı savcıların bazı suç konularında sanığın beraatını talep etmesi gerektiği halde bundan kaçındığını, dahası bazı yargıçların bazı davalarda sanığı beraat ettirmesi gerekirken kaçındığını, dolayısıyla davaların sürüncemede bırakıldığını görüyoruz. Yargının bu üç temel unsurunun kendi asli görevini yerine getirmekten kaçındığı bir durumda adaletin tecellisi için müracaat edecek başka bir yer kalmıyor. Mesleğin mahiyetini bilmeden onun hakkında ipe sapa gelmez biçimde oluşturulan önyargılar yok hükmündedir.

Adaletin her bir unsurunun kendi misyonunun bilincine uygun bir tutum içinde davranması beklenir. Görevini yerine getirmekten kaçınan veya korkan birinin o göreve layık olmadığını ve o görevden ayrılması gerektiğini düşünüyoruz.

Rasim ÖZDENÖREN
Kaynak: https://www.yenisafak.com/yazarlar/rasimozdenoren/avukat-2045040


2 Ağustos 2018 Perşembe

ROMA'DA KADIN



Roma Hukuku günümüzde kıta Avrupa’sında yürürlükte olan birçok özel hukuk sistemine ve bunların ana kurallarının büyük bir kısmına kaynak olmuştur[1]. Dolayısıyla ülkemizin de hukuk sisteminin temelleri Roma Hukuku’na dayanır. Kuruluşumuzda birçok Avrupa ülkesinden uyarladığımız/kopyaladığımız kanunların dayanak noktaları da yine Roma Hukuku’dur.

Güncel hukukumuzda kişi kavramı, her insan için kullanılmaktadır. Ancak Roma toplumunda bu kavram oldukça sınırlı kullanılmaktaydı. Roma’da kişi sayılabilmek üç şarta bağlanmıştır:

1-     Hür olmak
2-      Roma vatandaşı olmak
3-      Baba hâkimiyeti altında bulunmamak

Yukarıdaki şartlar göz önüne alındığında kölelerin, roma vatandaşı olmayanların ve aile içinde kız, erkek evlat ya da evli olan kadınların kişiliklerinden söz edilmemektedir.

Özelde kadınların hukuki durumunu incelemeden önce, Roma’da aile yapısına bakmakta fayda var. Burada aile söz konusu olduğunda kastedilen dar anlamda ailedir. Bu aile, aile babası[2] ve egemenliğindeki[3] kişilerden oluşmaktadır. Ailenin bağları kan hısımlığına dayanmaktadır.[4] Ancak bu kan hısımlığı yalnızca aile babasının dölüne dayanır. Çünkü kadınların aile reisliği yapma şansları bulunmamaktadır. Bu durum, çeşitli sakıncaları beraberinde getirmiştir. Kadın ile kan hısımlığı kurulamaması sonucu evlenme, mamelek ve miras gibi hukuki kurumlarda oldukça fazla sorun doğmuştur. Bu nedenle, daha sonra Praetor ismi verilen kişilerce eklemeler yapılarak bu sorun çözüme kavuşturulmaya çalışılmıştır.

Kadınlar baba egemenliği altında oldukları süreçte erkek evlatlardan herhangi bir farkları bulunmamaktadır. Aile reisi öldükten sonra yani baba egemenliği sona erdiğinde erkek evlatlar aile reisi unvanı almalarına rağmen kadınlar sınırlı bir kişilik kazanırlar ve aile reisi olamazlar.

Kadının baba egemenliğinden çıkmasının bir başka şekli ise evliliktir. Bu durumda kendi babasının egemenliğinden çıkarken bir başka babanın egemenliğine girdiği kabul edilir. Evlilikte bu duruma manus denmektedir. Bu durumda kadın, kendi dininden vazgeçip yeni aile reisinin dinine girmek zorundadır; Kadının malvarlığı ve şahsı ile beraber tamamı kocasına ait olur. Manus altındaki kadının ayrıca bir malvarlığına sahip olması mümkün değildir. Roma’da aile reisi, evlatlarını satabilmekteydi, ancak kadınını satamazdı. Yine dolaylı aktarımlara göre, aile reisinin yetkileri arasında, kız ya da erkek, doğan çocuk üzerinde yaşam ve ölüm hakkı vardı, yani hukuken hiçbir ceza almaksızın, bir baba çocuğunu sokağa bırakabilir, satabilir, hapsedebilir, rehin verebilir, hatta öldürebilirdi. Yine bu durumun oluşturmaya başladığı sorunlar Cumhuriyet devrinde aza indirilmek istenmiştir. Eski çağlarda yaygın bir inanış olan, ilk doğan kız çocuğunun öldürülmesi inanışının Roma’da sıkça rastlandığı araştırmacılar tarafından ileri sürülmektedir[5]. Bunun tersini söyleyen diğer araştırmacılar ilk doğan çocuğun eğitildiği, diğerlerin öldürüldüğüne rastlandığını da söylüyorlar.

Roma’da kadın evlilik yaparken dos adı verilen bir malvarlığını kocaya vermek durumundaydı. Bu durumu hukuk tarihçileri, kadının aile birliğinin giderlerinden sorumlu olmaması nedeniyle hukukçuların böyle bir kurum oluşturduğu, şeklinde açıklamaktadırlar[6]. Bunu bizim bildiğimiz bir kavram olan mehire benzetebilirsiniz. Ancak dos hem kadın tarafından verilmesiyle hem de mehir ile hukuki amacının tamamen ayrışmasıyla, oldukça farklı bir kurumdur.

Roma Hukuku’na göre, kocasının egemenliği altına giren kadın hak ve fiil ehliyetini kaybederdi. Aile içinde ise, kocadan sonra ailedeki en önemli şahsiyet anne idi. Kadın kocasının yüklerini, daha genel bir ifadeyle, hayatını paylaşırdı. Kadın (anne) kocası ile beraber, hemen hemen aynı yetkilere sahip olarak, evin yönetimine katılırdı. Ev işlerinin yöneticisi kadındı. Ev halkının beslenmesi için gerekli olanları belirlemek, köleleri denetlemek, malları kaydetmek, sürgüleri kontrol etmek, yün işleriyle uğraşmak kadının ev içerisinde üstlendiği yükümlülüklerden bazılarına örnek olarak verilebilir[7]

Boşanmada ise manuslu evlilikte erkek, hiçbir sebep göstermeksizin boşanabilirdi. Kadının böyle bir hakkı bulunmamaktadır. Kadının sadece kendi vasileri boşanmasını isteyebilirdi. Manussuz evlilikte, erkek kadını zina sebebi ile kadın ise erkeği iktidarsızlığı nedeni ile boşayabilmekteydi.

Buraya kadar çok kısa ve genel ifadeler ile Roma Hukuku’nda kadının yerini, evlilikteki durumunu inceledik. Daha ayrıntılı bilgi için dipnotlarda geçen kaynaklara başvurulabilir. Geri kalan kısımda toplumsal alanda kadın ve kadın haklarını kısaca irdeleyelim:

Roma’da kadınların kanun koyucu veya yazar olmaları mümkün değildi. Az sayıda kadın filozof dışında da yazım ve yasama faaliyetlerinde bulunabilen olmamıştır. Kanun önünde vatandaş olabilmelerine rağmen erkekler ile eşit haklara sahip olmadıkları görülmektedir.

Kadın haklarındaki sınırlılık kadının daha doğumundan itibaren başlamaktaydı. İstenmeyen çocuklar için, süt sütunu adı verilen yerler bulunmakta ve bu çocuklar oralara terk edilebilmekteydi. Terk edilen çocukların büyük çoğunluğunu kız çocukları oluşturmaktadır.

Roma’nın soylu üst sınıfındaki kadınların sınırlı bir şekilde erkeklere tanınan bazı haklardan yararlandığı görülmüştür. Gerek eğitimleri, gerekse yaşam tarzları olarak soylu sınıf daha özgür hareket etmekteydi. Ancak diğer kadınların böyle imkânlardan yararlanmaları mümkün değildi[8]
Roma Hukuku kadını bir sınıf olarak görmese de,  kamusal alanda kanunların ortaya koyduğu durumdan dolayı fiili bir kadın sınıfı statüsü oluştuğu açıktır.

Kadınların cezalandırılması ve gerekçeleri de oldukça ağırdır. Klasik dönemde kadınlar içki içtiği ve zina yaptıkları için öldürülebilecekleri belirtilmiştir.

Roma’da, şan, şeref, ahlak ve namus gibi kavramlar oldukça önemli olmasına rağmen bunların sadece teoride kaldığı görülmüştür. Bu durum bazı edebiyatçıların hicivlerine de yansımıştır. Filozof Seneca, dönemin kadınlarını anlattığı şiirinde şu ifadeye yer vermektedir: Kadınlar, yılları consul’lerin isimleriyle değil, kocalarının isimleriyle saymaktadır”; yine şair İuvenalis “skoru gittikçe yükseliyor, beş kış içinde sekiz kocası oldu. Mezar taşına marifetmiş gibi bunu da yazdırır” sözleriyle hicvetmiştir.[9]

Şakir EKİNCİ
02.08.2018





[1] ÇELEBİCAN, Özcan Karadeniz: Roma Hukuku, Turhan Kitabevi, Ankara 2014
[2] Aile babası kavramı, hukukta Latince Pater Familias olarak ifade edilir.
[3] Aile babası egemenliği, Patria Potestas olarak ifade edilmektedir. Daha iyi anlaşılması açısından aile reisi kavramına benzetilmektedir.
[4] Kan hısımlığına, Agnatio ismi verilir.
[5] HARRIS, 1994: 1-11; bununla beraber ENGELS, 1980
[6] Bkz. ERİŞGİN, Özlem: İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt: 4 Sayı:2 Yıl 2013, Roma Toplumunda Kadının Konumu
[7] ERİŞGİN, A.g.e sayfa 7.
[8] ERDEMİR, Hatice: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi 2016/1 Sayı:63 İstanbul/2016, Roma Vatandaş Hukukunun Konusu Olarak Kadın
[9] A.g.e ERİŞGİN.

ANAYASA MAHKEMESİ’NİN SON AYASOFYA KARARI

Geçtiğimiz günlerde Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği tarafından, Ayasofya’nın ibadete açılması için, Anayasa...