18 Temmuz 2018 Çarşamba

MAHKEMELERDE AYASOFYA


Ayasofya’nın gerek hakiki durumunu açıklamak için, gerekse hukuki olarak müzeye çevrilmesinin bir dayanağının olmadığını göstermek üzere birçok dava açılmıştır. Bu davalardan bir kaçını incelemek gerekirse: başta Osman Yüksel Serdengeçti olmak üzere İsmail Kandemir ve Hasan Başar’ın hukuk mücadeleleri bizlere örnek niteliğindedir.

Serdengeçti Dergisi’nin 17. sayısında, Osman Yüksel tarafından Ayasofya başlığı altında heyecanlı bir yazı[1] neşredilir. O zamanlarda bu yazı Türkiye’nin muhtelif bölgelerinde çıkan gazete ve mecmua tarafından basılmış, adeta bir mesele haline getirilmiştir. Bu yüzden Osman Yüksel, savcılık tarafından takibata uğrar ve yazı hakkında hazırlanan dosya askeri mahkemeye taşınır. Savcılığın dayanak noktası ise Türk Ceza Yasası’nın en çok tartışılan maddelerinden olan 161. ve 163. maddeleridir. Bu maddeler, cumhuriyetin ilk yıllarında görev yapan İstiklal Mahkemeleri’nden mirastır. Mütedeyyin kesim için adeta bir giyotin gibi işlemiş ve aynı giyotin Osman Yüksel için de bileylenmiştir.

Askeri mahkemenin görevsizlik kararı vermesinden sonra dosya Ankara Sorgu Hâkimliği’ne intikal eder. Burada ilk tahkikatların yapılmasının ardından, bilirkişi raporu lüzum görülmesi üzerine Prof. Dr. İsmail Hakkı Baltacıoğlu raporu hazırlamak üzere görevlendirilir. “Ayasofya” başlıklı yazının milli menfaatlere zarar verecek mahiyette olup olmadığını incelemek üzere bilirkişi seçilen profesör raporunda: Bu yazının eski Ayasofya Kilisesi’nin cami yapıldıktan sonra çıkarılıp müze yapılmasından duyulan şiddetli bir heyecanın etkisi ile yazıldığını, sanat ve estetik yönden ise önemli bir değer ifade ettiğini, aynı zamanda savcılığın iddiasının aksine mütedeyyinleri mutaassıp hale getirecek ve kışkırtacak bir niteliğininde bulunmadığını ifade etmiştir.

Gerçekten de bu yazının, hür bir insanın tamamen dini düşüncelerle kaleme aldığı ve sosyal düzene karşı herhangi bir tehdit oluşturmadığı açıktır.

Bilirkişinin raporu üzerine savcılık makamı verdiği beyanda, bilirkişinin şahsi kanaatlerinin karşısında olduğunu belirterek Türk Ceza Yasası’nın 161. Maddesi gereğince Osman Yüksel’in milli menfaatlere zarar verdiğini ifade etmiş ve bu zararın bilirkişi tarafından karar verilemeyeceğini, bizzat mahkeme tarafından zararın tespitinin mümkün olacağını öne sürmüştür.

Osman Yüksel buna cevap olarak savunmasında: “Ayasofya’nın açılmasını istemek benim ne çıkarımadır? Ayasofya’yı kiraya mı vereceğim? Yoksa cami haline getirdikten sonra imam mı olacağım? Bu kadar hissi, bu kadar ulvi maksatlarla kaleme alınan milli vicdanın tam bir tezahürü olan bu yazıya, hususi karanlık maksatlar izafe etmek en hafif tabiri ile insafsızlık olur“ diyerek mahkemede ders niteliğinde bir savunma ortaya koymuştur.

Ancak Sorgu Hâkimliği son tahkikatın yapılması yönünde karar verip dosyayı Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesine gönderdi.

Normal olarak, dava burada daha da çetinleşmiştir. Adeta bir hukuk savaşına dönen bu durum Osman Yüksel’in haklı mücadelesi sayesinde lehe sonuç verecektir.
Avukatlardan Emin Akyüz ve Arif Emre mahkemede çok iyi bir savunma yaparlar. Avukatlar mahkeme önünde, hem söz konusu yazının masumluğunu savunurlar hem de Ayasofya’nın davasını apaçık bir şekilde gösterirler. Burada özellikle Av. Emin Akyüz’ün savunmasına dikkat çekmemiz lazım. Bu durum Osmanlı’dan kalan ve birçoğu 1935’te Vakıflar Kanunu ile tasfiye edilen çok sayıda vakfı ilgilendiriyor. Emin Akyüz, vakıflar hukukunun belki de en temel ilkesini belirterek Ayasofya’nın hakiki ve hukuki durumunu ortaya koyuyor: “Vakfın hali aslisi tebdil olunamaz” diyor ve ekliyor “hem yeni hem eski vakıf hukukumuzda bir cami vakfiyesi tamam olduktan sonra asli hali değiştirilemez ve bozulamaz.”[2] Ayasofya’da, tam da bu olmuştu. Fatih’in bizzat vakfettiği mülke tecavüz edilmişti.

Maznun Osman Yüksel’in vekilleri tarafından yapılan müdafaalardan sonra, mahkeme heyeti ittifak halinde maznunun beraatına karar vermiştir.

Bir diğer davasının adamı ise Hasan Başar.
Hasan Başar 50 yaşında ve Zonguldak’ta kamu görevlisi. Sadece Ayasofya ile de ilgilenmeyen bu insan, tüm yolsuzluklara ve haksızlıklara karşı hukuk savaşı vermektedir. 2012 yılının Eylül ayında Ayasofya’nın camiden müzeye çevrilmesine ilişkin 1934 yılına ait sözde bakanlar kurulu kararının iptali konusunda Danıştay’da dava açtı.[3] Bu dava görülmeye devam etmektedir. Dava açmadan önce 2009 yılında ilgili bakanlar kurulu kararının iptali isteğiyle başbakanlığa dilekçe yazar. Ancak ilgili tüzel kişiliğin temsilci sıfatıyla dönemin başbakanı tarafından bu dilekçenin reddi sebebiyle hukuk mücadelesine başlar.

Ayasofya’nın, tekrar gerçek hüviyetine kavuşturulması için açtığı davanın gerekçeleri ise bir hayli sağlam temeller üzerine oturtulmuştur. Kararnamenin resmi gazetede yayımlanmadığı ve kararnamenin aslının da muhafaza edilmediğini kaynaklı bir şekilde öne sürmüştür. Yine kararname Prof. Dr. Tuncer Gülensoy’a göre tarihinin 24 Kasım olduğunu ancak soyadı kanununun 27 Kasım’da yürürlüğe girdiğini ve Mustafa Kemal Atatürk’ün imzasının soy ismiyle beraber orada bulunmasının mümkün olamayacağından Soyadı Kanunu’na göre hukuki olarak geçersiz kabul edilmesi gerektiğini söylemiştir.[4]
Ayrıca bu durumun eski-yeni vakıflar hukukumuza aykırı olacağını belirtmiştir.[5]
Bu konu milletlerarası hukuk yönünden incelendiğinde ise UNESCO’nun kararında cami olarak nitelendiğini ve Türkiye’nin de bunu kabul ettiği açıktır[6].
Hasan Başar tüm bu haklı gerekçelerle Ayasofya’nın hakkını savunmaya devam ediyor. 

Ayasofya’nın cami olması için dava açanlardan bir diğeri ise İsmail Kandemir. Kendisi Bursalı emekli bir öğretmen. 12 yıldır Ayasofya için hukuk mücadelesini sürdürmektedir. Tıpkı Hasan Başar gibi ilk müracaatını başbakanlığa yapıyor. Başbakanlıktan cevap gelmeyince ilgili bakanlar kurulu kararının resmi gazetede yayınlanmadığı ve burasının vakıf olması sebebiyle Danıştay’da dava açtı. Danıştay Ayasofya’nın 1985 yılında müze olduğu gerekçesiyle davayı reddetti. Ancak 1985 yılındaki kararla ilgili herhangi bir belge sunmadığından İsmail Kandemir bireysel başvuru hakkını kullanarak Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi ise söz konusu dava dosyalarının davacı tarafından gönderilmediğini söyler. Bunun üzerine İsmail Kandemir belgeleri Bursa 1. İdare Mahkemesi vasıtasıyla belgeleri gönderdiğinin ispatını mahkemeye sunar ve kararın düzeltilmesi talebinde bulunur. 

İsmail Kandemir’in mücadelesi de tıpkı Hasan Başar’ın ki gibi devam etmektedir.
Ayasofya için verilen mücadeleler içinde sadece üçünü burada inceledik. Bizzat yargı önünde cereyan eden bu mücadeleler bizlere Ayasofya’nın hakiki ve hukuki durumunu göstermektedir.

Bu haklı davanın başarıya ulaşması duasıyla.

Ayasofya Dergisi Özel Sayısı
Şakir EKİNCİ-Temmuz 2017



[1] Yazı için bkz. Serdengeçti Neşriyatı No:21 Der: Av. Emin AKYÜZ Ankara/1959
[2] Serdengeçti Neşriyatı No:21 Ankara/1959 Shf:38
[3] Dava için 2012/8034 sayılı esas numarası. Danıştay 10. Dairesi.
[4] Kanun No: 2487 Neşir Tarihi 27 Teşrinisani 1934 Sayı 2865
[5] Açıklamalarla Eski Vakıf Hükümlerimiz ve Vakıflarla İlgili Bazı İnceleme ve Sorunlar-Ömer Hilmi Efendi Syf 293/2
[6] 6 Aralık 1985-Karar no:356 UNESCO

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ANAYASA MAHKEMESİ’NİN SON AYASOFYA KARARI

Geçtiğimiz günlerde Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği tarafından, Ayasofya’nın ibadete açılması için, Anayasa...