Ayasofya’nın
gerek hakiki durumunu açıklamak için, gerekse hukuki olarak müzeye
çevrilmesinin bir dayanağının olmadığını göstermek üzere birçok dava
açılmıştır. Bu davalardan bir kaçını incelemek gerekirse: başta Osman Yüksel
Serdengeçti olmak üzere İsmail Kandemir ve Hasan Başar’ın hukuk mücadeleleri
bizlere örnek niteliğindedir.
Serdengeçti
Dergisi’nin 17. sayısında, Osman Yüksel tarafından Ayasofya başlığı altında
heyecanlı bir yazı[1]
neşredilir. O zamanlarda bu yazı Türkiye’nin muhtelif bölgelerinde çıkan gazete
ve mecmua tarafından basılmış, adeta bir mesele haline getirilmiştir. Bu yüzden
Osman Yüksel, savcılık tarafından takibata uğrar ve yazı hakkında hazırlanan
dosya askeri mahkemeye taşınır. Savcılığın dayanak noktası ise Türk Ceza
Yasası’nın en çok tartışılan maddelerinden olan 161. ve 163. maddeleridir. Bu
maddeler, cumhuriyetin ilk yıllarında görev yapan İstiklal Mahkemeleri’nden
mirastır. Mütedeyyin kesim için adeta bir giyotin gibi işlemiş ve aynı giyotin
Osman Yüksel için de bileylenmiştir.
Askeri
mahkemenin görevsizlik kararı vermesinden sonra dosya Ankara Sorgu Hâkimliği’ne
intikal eder. Burada ilk tahkikatların yapılmasının ardından, bilirkişi raporu
lüzum görülmesi üzerine Prof. Dr. İsmail Hakkı Baltacıoğlu raporu hazırlamak
üzere görevlendirilir. “Ayasofya” başlıklı yazının milli menfaatlere zarar
verecek mahiyette olup olmadığını incelemek üzere bilirkişi seçilen profesör
raporunda: Bu yazının eski Ayasofya Kilisesi’nin cami yapıldıktan sonra
çıkarılıp müze yapılmasından duyulan şiddetli bir heyecanın etkisi ile
yazıldığını, sanat ve estetik yönden ise önemli bir değer ifade ettiğini, aynı
zamanda savcılığın iddiasının aksine mütedeyyinleri mutaassıp hale getirecek ve
kışkırtacak bir niteliğininde bulunmadığını ifade etmiştir.
Gerçekten de
bu yazının, hür bir insanın tamamen dini düşüncelerle kaleme aldığı ve sosyal
düzene karşı herhangi bir tehdit oluşturmadığı açıktır.
Bilirkişinin
raporu üzerine savcılık makamı verdiği beyanda, bilirkişinin şahsi
kanaatlerinin karşısında olduğunu belirterek Türk Ceza Yasası’nın 161. Maddesi
gereğince Osman Yüksel’in milli menfaatlere zarar verdiğini ifade etmiş ve bu
zararın bilirkişi tarafından karar verilemeyeceğini, bizzat mahkeme tarafından
zararın tespitinin mümkün olacağını öne sürmüştür.
Osman Yüksel
buna cevap olarak savunmasında: “Ayasofya’nın açılmasını istemek benim ne
çıkarımadır? Ayasofya’yı kiraya mı vereceğim? Yoksa cami haline getirdikten
sonra imam mı olacağım? Bu kadar hissi, bu kadar ulvi maksatlarla kaleme alınan
milli vicdanın tam bir tezahürü olan bu yazıya, hususi karanlık maksatlar izafe
etmek en hafif tabiri ile insafsızlık olur“ diyerek mahkemede ders niteliğinde
bir savunma ortaya koymuştur.
Ancak Sorgu Hâkimliği
son tahkikatın yapılması yönünde karar verip dosyayı Ankara 2. Ağır Ceza
Mahkemesine gönderdi.
Normal
olarak, dava burada daha da çetinleşmiştir. Adeta bir hukuk savaşına dönen bu
durum Osman Yüksel’in haklı mücadelesi sayesinde lehe sonuç verecektir.
Avukatlardan
Emin Akyüz ve Arif Emre mahkemede çok iyi bir savunma yaparlar. Avukatlar
mahkeme önünde, hem söz konusu yazının masumluğunu savunurlar hem de
Ayasofya’nın davasını apaçık bir şekilde gösterirler. Burada özellikle Av. Emin
Akyüz’ün savunmasına dikkat çekmemiz lazım. Bu durum Osmanlı’dan kalan ve birçoğu
1935’te Vakıflar Kanunu ile tasfiye edilen çok sayıda vakfı ilgilendiriyor.
Emin Akyüz, vakıflar hukukunun belki de en temel ilkesini belirterek
Ayasofya’nın hakiki ve hukuki durumunu ortaya koyuyor: “Vakfın hali aslisi
tebdil olunamaz” diyor ve ekliyor “hem yeni hem eski vakıf hukukumuzda bir cami
vakfiyesi tamam olduktan sonra asli hali değiştirilemez ve bozulamaz.”[2]
Ayasofya’da, tam da bu olmuştu. Fatih’in bizzat vakfettiği mülke tecavüz
edilmişti.
Maznun Osman
Yüksel’in vekilleri tarafından yapılan müdafaalardan sonra, mahkeme heyeti
ittifak halinde maznunun beraatına karar vermiştir.
Bir diğer
davasının adamı ise Hasan Başar.
Hasan Başar
50 yaşında ve Zonguldak’ta kamu görevlisi. Sadece Ayasofya ile de ilgilenmeyen
bu insan, tüm yolsuzluklara ve haksızlıklara karşı hukuk savaşı vermektedir.
2012 yılının Eylül ayında Ayasofya’nın camiden müzeye çevrilmesine ilişkin 1934
yılına ait sözde bakanlar kurulu kararının iptali konusunda Danıştay’da dava
açtı.[3]
Bu dava görülmeye devam etmektedir. Dava açmadan önce 2009 yılında ilgili
bakanlar kurulu kararının iptali isteğiyle başbakanlığa dilekçe yazar. Ancak
ilgili tüzel kişiliğin temsilci sıfatıyla dönemin başbakanı tarafından bu
dilekçenin reddi sebebiyle hukuk mücadelesine başlar.
Ayasofya’nın,
tekrar gerçek hüviyetine kavuşturulması için açtığı davanın gerekçeleri ise bir
hayli sağlam temeller üzerine oturtulmuştur. Kararnamenin resmi gazetede
yayımlanmadığı ve kararnamenin aslının da muhafaza edilmediğini kaynaklı bir
şekilde öne sürmüştür. Yine kararname Prof. Dr. Tuncer Gülensoy’a göre
tarihinin 24 Kasım olduğunu ancak soyadı kanununun 27 Kasım’da yürürlüğe
girdiğini ve Mustafa Kemal Atatürk’ün imzasının soy ismiyle beraber orada
bulunmasının mümkün olamayacağından Soyadı Kanunu’na göre hukuki olarak
geçersiz kabul edilmesi gerektiğini söylemiştir.[4]
Ayrıca bu
durumun eski-yeni vakıflar hukukumuza aykırı olacağını belirtmiştir.[5]
Bu konu
milletlerarası hukuk yönünden incelendiğinde ise UNESCO’nun kararında cami
olarak nitelendiğini ve Türkiye’nin de bunu kabul ettiği açıktır[6].
Hasan Başar
tüm bu haklı gerekçelerle Ayasofya’nın hakkını savunmaya devam ediyor.
Ayasofya’nın
cami olması için dava açanlardan bir diğeri ise İsmail Kandemir. Kendisi
Bursalı emekli bir öğretmen. 12 yıldır Ayasofya için hukuk mücadelesini
sürdürmektedir. Tıpkı Hasan Başar gibi ilk müracaatını başbakanlığa yapıyor.
Başbakanlıktan cevap gelmeyince ilgili bakanlar kurulu kararının resmi gazetede
yayınlanmadığı ve burasının vakıf olması sebebiyle Danıştay’da dava açtı.
Danıştay Ayasofya’nın 1985 yılında müze olduğu gerekçesiyle davayı reddetti.
Ancak 1985 yılındaki kararla ilgili herhangi bir belge sunmadığından İsmail
Kandemir bireysel başvuru hakkını kullanarak Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.
Anayasa Mahkemesi ise söz konusu dava dosyalarının davacı tarafından
gönderilmediğini söyler. Bunun üzerine İsmail Kandemir belgeleri Bursa 1. İdare
Mahkemesi vasıtasıyla belgeleri gönderdiğinin ispatını mahkemeye sunar ve
kararın düzeltilmesi talebinde bulunur.
İsmail Kandemir’in mücadelesi de tıpkı
Hasan Başar’ın ki gibi devam etmektedir.
Ayasofya
için verilen mücadeleler içinde sadece üçünü burada inceledik. Bizzat yargı
önünde cereyan eden bu mücadeleler bizlere Ayasofya’nın hakiki ve hukuki durumunu
göstermektedir.
Bu haklı
davanın başarıya ulaşması duasıyla.
Ayasofya Dergisi Özel Sayısı
Şakir EKİNCİ-Temmuz 2017
[1] Yazı
için bkz. Serdengeçti Neşriyatı No:21 Der: Av. Emin AKYÜZ Ankara/1959
[2]
Serdengeçti Neşriyatı No:21 Ankara/1959 Shf:38
[3] Dava
için 2012/8034 sayılı esas numarası. Danıştay 10. Dairesi.
[5]
Açıklamalarla Eski Vakıf Hükümlerimiz ve Vakıflarla İlgili Bazı İnceleme ve
Sorunlar-Ömer Hilmi Efendi Syf 293/2
[6] 6 Aralık
1985-Karar no:356 UNESCO
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder